22 Eylül 2008 Pazartesi

Yeme Bozukluğu:Bulimia Nervoza

Bulimia Nervoza

Dönem dönem gelen aşırı yemek yeme, kilo alma ve bir yandan da kilo almayı durdurma çabaları ile devam eden bir bozukluktur. Bu hastalar sürekli aşırı yiyen, ileri derecede şişman olan ve şişman kalan insanlardan farklıdır. Hasta aşırı yeme nöbeti başlayınca bütün çabalarına, korkularına, üzüntüsüne rağmen yeme tutkusunu durduramaz. Kilo almayı önlemek için hasta yediklerini kusar, iştah kesici, idrar söktürücü ilaçlar kullanır. Bu kişiler çoğu zaman fazla kiloluda olmayabilir. Ancak yine de kilo aldığından sürekli şikayet eder. Beden ağırlığı, güzellik, çirkinlik konularıyla aşırı derecede meşgul olabilir. Bu kişiler yaşamın önemli bir bölümünü yemek ve yememek arasında bocalayarak geçirir. Yeme tutkusu öyle ağır basar ki, bir yandan gizlice yer, gider çıkarır, yine yerler. Kimi hastalar için yenilen yiyeceğin önemi yoktur, önemli olan tıkınmak türünden tarif edilebilen bir yeme davranışıdır. Kimi hastalarda yemek yeme tutkusu o denli aşırı olabilir ki bulundukları yerde yiyecek, içecek bulamayacaklarından korkabilirler. Anoreksia Nevrozanın bulimik türünde de zaman zaman aşırı yeme ve kilo alma nöbetleri olabilir. Fakat temel rahatsızlık yemeği kısma ve kesme doğrultusundadır. Bulimia Nervozada da kusmalar, zayıflamak için çeşitli ilaçlar kullanılabilir. Fakat temel patoloji daha çok yemeyi durdurmama şeklindedir.

Bulimia Nervoza bütün toplumlarda %1 oranında görülür. Genç kızlarda ve kadınlarda erkeklere oranla 10 kat sık görülür. Bulimikler yeme sorunları nedeniyle utanç duyarlar ve kendilerini suçlarlar. Yeme davranışındaki anormalliği gizlemeye çalışırlar. Yeme atakları genellikle gizli oluşur ve fark edilmez. Başlangıçta olmasa da yeme atağı planlanarak veya planlanmayarak oluşabilir. Hastaların duygu durumunda çökkünlük, kişiler arası ilişkilerdeki çatışmalar, beden ağırlığı ve yiyecekle ilgili duygular bir yeme atağının ortaya çıkmasını kolaylaştırır. Yeme atağı kişinin duygu durumundaki üzüntülü hali geçici olarak azaltabilir, fakat ardından kişide kendini aşağılayacak derecede bir özeleştiri ve çökkün bir duygu durum ortaya çıkar.

Yeme atağının en temel özelliklerinden biri yeme eylemini kontrol edemeyeceği veya önleyemeyeceği duygusudur. Özellikle hastalığın başlangıcında yeme atakları sırasında kişi sanki çılgın gibidir. Ancak yeme ataklarını kontrol edememe hissi her zaman mutlak olan bir durum değildir. Kişi telefonla konuşurken yeme atağını sürdürebilir, fakat odaya aniden eşi veya bir yakını girdiğinde durduracaktır.

Yeme atakları günün herhangi bir anında oluşabilir. Bununla birlikte bulimiklerde yeme atakları kişilerin akşam eve geldiklerinde daha çok olur. Bazıları ne zaman yemeye başlasalar atak başlar ve bu kişiler tüm yiyeceklerden kaçınarak atakları önlemeye çalışırlar. Bulimik hastalarda spesifik bir tedaviye başlamadan önce genel bir tıbbi değerlendirme yapılmalıdır. Günümüzde bulimia' nın tedavisinde bilişsel -davranışçı- yaklaşımlar kullanılabilmektedir. Tedavide ilaç kullanımı, tedavinin etkinliğini artırabilir.

Yeme Bozukluğu:Anoreksia Nervoza

Anoreksia Nervoza

Genel olarak 12-18 yaşları arasında başlayan ve şişmanlamaya karşı ağır korku yüzünden bilinçli olarak aşırı zayıf kalma çabaları ile belirlenen bir bozukluktur. Toplumda ortaya çıkma sıklığı bilinmemekle birlikte eskiden sanıldığı gibi çok ender rastlanan bir rahatsızlık değildir. Anoreksia Nervozalı bireylerin yaklaşık %95' i kadındır. Ve bir kişinin kız kardeşinde bu tür bir bozukluk varsa o kişide aynı hastalık riski belirgin oranda artmaktadır. Bozukluk daha üst sosyoekonomik sınıflarda daha sıktır.

En temel belirti aşırı kilo alma korkusudur. Bu durum kişinin yiyecek konusunda neredeyse fobik olacak noktaya dek varmasına neden olabilir. Şişmanlama korkusunun yanı sıra beden imgesinde de bozulma vardır. Buna bağlı olarak bu kişiler çok zayıf ve ince olsalar bile kendilerini şişman bulabilirler. Vücut ağırlığını kontrol altında tutabilmek için iki yolu kullanırlar: Kişilerin bir bölümü yiyecek alımını ileri derecede kısıtlarlar. Zaten aldıkları çok az yiyeceğin de çok az kalorili yiyecekler olmasına dikkat ederler. Bu kişiler buna rağmen ağır egzersizler de yaparlar. Diğer gruptaki kişilerde yiyecek alımının ileri derecede azaldığı açlık dönemleri ile aşırı yeme dönemlerinin birbirini izlediği gözlenir. Bu gruptaki kişiler, aşırı yemeden sonra şişmanlayacakları korkusuyla boğazlarına parmaklarını bastırarak kusarlar. Sık sık bunu yapan kişilerin el sırtında deri sertleşmesi olabilir. Sık kusan kişilerde mide asidinin etkisiyle dişlerde bozukluklar, çürümeler olur.

Bu kişilerin yeme davranışlarında ve yiyeceklerle olan ilişkilerinde gariplikler gözlenebilir. Yiyecekleri saklayabilir, yemek yapmak için mutfakta saatlerce uğraşabilirler.

Anoreksia Nervoza' nın nedenleri günümüzde kesin olarak bilinmemektedir. Hastalığın oluşumu psikolojik, sosyolojik ve biyolojik olmak üzere üç boyutta ele alınabilir. Hastalığın ergenlikte ortaya çıktığı; bu dönemin cinsel ve sosyal çatışmalarla yüklü oluşu dikkate alınacak olursa; cinsel ve sosyal çatışmalarla başa çıkma konusundaki yetersizliklerin yiyeceklerden fobik kaçınma şeklinde ortaya çıkması öne sürülebilir.

Sosyo-kültürel etmenler özellikle son yıllarda yeme bozukluklarının yaygınlığının artışından sorumludurlar. Batı toplumlarında kadının fiziksel görünümü ve bu bağlamda ince bir vücut yapısına sahip olması oldukça önemlidir. Kadın için ideal fizik görünüm ince olmaktır. Eskiden hafif kilolu kadın tipi ideal tip olarak görülürken, şimdilerde bu anlayış terk edilmiştir. Teknolojik gelişime paralel olarak medyadaki değişimle birlikte bu anlayış hız kazanmıştır. 1970'li yıllardan önce ideal kadın balık etinde Taylor kabul edilirken, 1970'lerde zayıflığı ile ün yapmış manken Twiggy yapılan kamuoyu araştırmalarında öne geçmiştir. Son 25 yıldır Amerikalı kadınlar daha zayıf olma eğilimindedirler. Gerek Türkiye'de, gerekse yurtdışında güzellik yarışmalarına hep zayıf kızların katıldıkları görülmektedir. Medyadaki bu imaj bombardımanın toplumsal sonucu olarak, popüler insanların beden ölçülerinin daha da küçüldüğü görülmektedir.

Anoreksia Nervozalı hastaların tedavisi çoğu kez güçlüklerle doludur. Hastaların çoğunda, hastalık birkaç yıl önce başlamıştır. Tedaviye katılmak ve tedavi planları için isteksizdirler. Bu sebeple genellikle çocuklarının bu durumundan üzüntü ve endişe duyan anne babaları tarafından doktora getirilirler. Tedavide bireysel psikoterapi, grup ve aile terapisi, ilaç tedavisi gibi yöntemler kullanılabilir.

Depresyon Kendini Nasıl Gösterir ? Depresyon Belirtileri Nelerdir?

Depresyon Kendini Nasıl Gösterir?

Şimdi sıralayacağımız semptomlar eğer iki hafta süreyle kendini gösterirse o kişiye depresyon tanısı konabilir. Özellikle ilk iki maddeden birinden yakınılıyorsa hiç vakit geçirmeden hemen bir hekime görünülmelidir.

1. Bütün gün boyu devam eden duygudurum azalması.
2. Bütün gün boyu süren etkinliklere karşı ilgi ya da yaşam zevkinin azalması.
3. Hergün uykusuzluk veya aşırı uyuma.
4. Kilo kaybı veya kilo alınması
5. Değersizlik veya aşırı suçluluk duyguları.
6. Düşünme ve konsantrasyonda azalma.
7. Alınganlık, tepkisellik, saldırganlık, her lafa karışma veya bitkinlik, tembellik, ilgisizlik, enerji kaybı.
8. İntihar etme düşünceleri.

Depresyonda Kendinize Yardım
· Hher olumsuz düşünce için bir olumlu düşünce geliştirin.
· Negatif değil pozitif bakış açısı olan insanlarla ilişki kurun. Bu insanlar sizin moralinizi yükseltirler.
· Dikkatinizi kendinizden uzaklaştırmak için başkasına yardım edin.
· Hergün fizik egzersiz yapın, sadece yürüyüş olsa bile.
· Farklı bir şey yapın. Yeni bir yere gidin, yeni bir restaurant deneyin.
· Yeni bir projeye başlayın. Zor olmasına gerek yok ama mutlaka eğlenceli olmalı. Eğleneceğiniz ve kendinizi ifade etmenize izin verecek bir şeyler yapın (örneğin; yazı yazma, resim yapma)
· Gevşemenize yardım edecek bir şeyler yapın. Müzik dinleyin, kitap okuyun, ılık bir duş alın, gevşeme egzersizleri yapın.
· Alkol ve maddeden uzak durun. Alkol ve madde depresyonu daha da kötüleştirir.
· Kendinize erişilmesi güç amaçlar koymayın ve büyük sorumluluk almayın.
· Büyük işleri parçalara bölün, öncelik sırasına göre ve yapabileceğiniz kadarını yapın.
· Kendinizden beklentileriniz çok büyük olmasın.
· Başka insanlarla birlikte olmaya çalışın, yalnız olmaktan daha iyidir.
· Kendinizi daha iyi hissedeceğiniz aktivitelere katılın.
· Hayatınızla ilgili önemli kararlar (iş değiştirme, evlenme, boşanma v.b.) almayı depresyonunuz geçinceye kadar erteleyin.
Olumsuz düşünceleriniz depresyonun bir parçasıdır, tedavi ile birlikte kaybolacaktır.

Depresyonda Başkasına Yardım
· Depresyonda bir yakınınıza yardım edebileceğiniz en önemli konu onun uygun tanı ile uygun tedavisinin uygulanmasını sağlamaktır. Bu, yakınınızın doktordan randevusunu alıp, gitmesini sağlamakla başlayabilir. Ayrıca yakınınızın ilaçlarını alıp almadığına da dikkat etmelisiniz.
· Depresif kişiyi tembellikle ya da hastalık numarası yapmakla suçlamayın. Bu tür davranışları tedavi ile zamanla daha iyi olacaktır.
· Duygusal destek önemlidir. Bu anlayış, sabır ve kabullenmeyi gerektirir. Onu konuşmalara dahil edin, dinleyin. Gerçeklere dikkat çekin, ümitli olun. İntihar uyarılarını dikkate alın ve hekime bildirin.
· Depresif yakınınızın aktivitelere, yürüyüşlere v.b davet edin. Reddettiğinde kibarca ikna etmeye çalışın. Ama zorlamayın, depresif kişi işbirliğine ve yönlendirmeye ihtiyaç duyar ancak ağır istekler / beklentiler başarısızlık hissini arttırır.

Depresyon Türleri ve intihar

Depresyon Türleri

Depresyon, sınıflandırma açısından oldukça karmaşık bir hastalık grubudur. Ancak, Amerikan Psikiyatri Birliği'nin psikiyatrik hastalıklar için geliştirdiği tanı ve sınıflandırma el kitabında tüm yaklaşımlar özetlenerek, şimdiye dek kullanılan sınıflandırmalar biraraya getirilmiştir. Geleneksel olan psikotik-nevrotik ve endoen-reaktif sınıflaması; hastalığı, gerçekliği değerlendirme yeteneğindeki bozulma, halüsinasyonlar, bellek bozukluğu ve bilinç sislenmesi gibi belirtilerin bulunup bulunmamasına göre nevrotikten psikotik düzeye doğru değerlendiren görüştür. Bu sınıflandırma düalist yaklaşım tarafından kabul görür. Modern yaklaşımlarda ise depresyon, unipolar-bipolar depresyon diye sınıflandırılmaktadır. Bu sınıflandırma modeli, 19.yüzyılda Alman psikiyatrist Kraepelin'in tanımladığı "manik-depresif hastalık" kavramının yarattığı belirsizlikten kurtulma olanağı sunmuştur. Manik ve depresif özellikleri birarada taşıyan, yani birden fazla duygudurum bozukluğu olan hastalar bipolar depresif olarak; tek bir duygudurum bozukluğu olan hastalar ise unipolar depresif olarak adlandırılır.

Amerikalı Adolf Meyer ve ekolünün üniter anlayışına göre, tüm depresif epizodları karakterize eden önemli benzerlikler vardır. Bu anlayışa göre depresyon, şiddet açısından minör düzeyden majör düzeye doğru derecelendirilebilir. Ciddi ve ağır çökkünlüklere majör depresyon denir. Plüralistik yaklaşım ise, depresyonu primer ve sekonder olmak üzere iki ana gruba ayırır. Primer depresyonlar, fizyolojik, somatik ya da vücudun kendisinden kaynaklanan depresyonlardır. Sekonder depresyonlar ise sıklıkla vücudun kendisinden kaynaklanmayan, karşılaşılan stresler, üzücü olaylar ya da hastalıklar sonrasında ortaya çıkan depresyonlardır.
Bir de uzmanların "organik" başlığı altında ele aldıkları ciddi fizyolojik hastalıklar sonrasında ortaya çıkabilen depresyonlar vardır. Örneğin çeşitli beyin hastalıkları, tümörler, endokrin bozuklukları, ağrılı hastalıklar tipik enfeksiyon nedeni olabilmektedir.

Yine bazı yaşlı hastalarda tipik bir depresyon tablosu ortaya çıkabilir. Ancak klinik görünüm ve belirtiler depresyondan daha karmaşıktır. Depresyon belirtileri beyin hücreleri ve dokusunda yapısal bozulmaları ve demansı (bunama) düşündürtebilir. Yaşlılarda depresyonu demanstan ayırt etmenin verileri hasta yakınlarından alınan bilgilerdir. Adolesan dönemde görülen depresyonlar ise genellikle ergenlik bunalımlarıyla karıştırılır. Bu nedenle gelişme çağındaki hastaları çok yakından takibe almak gerekir.

Depresyon ve İntihar
Aynada yüzünü tanıyamadı. Gözlerinin çevresinde mor halkalar oluşmuş alnındaki çizgiler derinleşmişti. Bu ifadesiz suratın onunla ilgisi olamazdı. Uzun uzun baktı kendi yansımasına... "Hayatın anlamı yok zaten" diye düşündü ipi boynuna geçirirken son bir kez duvardaki aynaya ilişti gözü... Ardından, bir tekme savurdu ayaklarının altındaki tabureye... Ne yakın arkadaşları, ne de arkasından feryat eden annesi ölümüne bir anlam veremediler. Bir tek psikiyatristi onun ipini çekenin depresyon olduğunu biliyordu.

Depresyon, tedavi edilmediği takdirde intiharla sonuçlanan hazin tablolara yol açan hastalıklardan biridir. İntiharla anlamlı bir ilişki gösteren diğer faktörler, alkolizm, ilaç ve madde bağımlılıkları, şizofreni ve diğer ruhsal hastalıklar olarak sıralanabilir. İntihar ya da intihar girişiminde bulunanların yaklaşık %95'ine ruhsal hastalık tanısı konmuştur. Bu rakamın %80'ini depresif bozukluklar oluşturur.

Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof.Dr.Cengiz Güleç, intiharla ilgili epidemiyolojik sonuçları da özetlediği bir çalışmasında, sanrılı depresyonu olan hastaların yüksek intihar riski taşıdığını vurgulamıştır. Güleç'in belirttiğine göre, buna karşılık genel olarak depresif bozukluklarda intihar riski %15'tir.

İntihar girişimleri, ölümle sonuçlanmış intiharlara göre sekiz kat daha fazladır. İntihar girişiminde bulunanların yaklaşık %1'i kendisini öldürmekte, kurtulanlar içinden %30'u bir sonraki intihar girişimiyle canına kıymaktadır.

Erkeklerde intihar sonucu ölüm daha yüksek olmasına karşın, intihar girişimlerinin yaklaşık %70'i depresif kadınlar tarafından gerçekleştirilmiştir. Buna karşılık erkeklerde intihar oranı kadınların yaklaşık iki katıdır.

Orta yaş krizinin intihar üzerinde önemli bir etkisi olduğu tesbit edilmiştir. Erkeklerde intihar 45 yaşından itibaren tepe noktaya erişir ve bu durum süreklilik kazanırken, kadınlarda sonuçlandırılmış intihar girişimleri 55 yaşın üstünde en yüksek noktaya erişmektedir.
Yaşlılarda intihar girişimi gençlere oranla daha seyrektir. Buna karşılık yaşlılar daha sık başarılı olurlar. Tüm intiharların üçte biri ise 15-24 yaş grubu tarafından gerçekleştirilmektedir.

Rakamlar depresyondaki hastalara çok dikkat etmek, hastalığı sürekli takibe almak gerektiğini göstermektedir. Uzmanlara göre bunun en iyi yolu, psikoterapiyle ilaç tedavisinin kombine bir biçimde birlikte uygulanmasıdır.

Depresyon, bireyin yaşam kalitesini de bozuyor. Depresyonlu hasta, yaşamı olduğu gibi görmek ve algılamak yerine, kötü bir ışıkta bir aynadan bakıyor yaşamın yansımasına, hayatı numarası uygun olmayan bir gözlükle bir sis perdesinin ardından görüyor, "Çözüm" gözlüğü değiştirmek."

Depresyon tanısı koyabilmek için...
Depresyon belirtileri, küçük sıkıntılar, mutsuzluklar gibi gündelik duygulanım dalgalanmalarından, gerçeği değerlendirme yeteneğinin bozulduğu psikotik tablolara kadar geniş bir yelpaze içinde ortaya çıkar. Ama tedavi gerektiren depresyon, gündelik sorunlara bağlı geçici huzursuzluklardan çok ötede ruhsal bir bozukluktur. Depresyonun belirtileri üç bölümde ele alınabilir.
· Ruhsal Belirtiler: Çaresizlik, isteksizlik, ilgisizlik, kendini lüzumsuz hissetme, özgüven kaybı, uyku bozukluğu, dikkat azalması, ölüm düşünceleri.
· Davranışsal Belirtiler: Hareketlerde gözle görülür bir yavaşlama, huzursuzluk, insan ilişkilerinde aşırı bağımlılık ya da uyumsuzluk, bağımlılık yapan maddelere karşı zayıflık, kendini ihmal etme, aşırı bakımsızlık, öfke nöbetleri, intihar girişimi.
· Fiziksel Belirtiler: Uyku bozuklukları, iştah değişimi, cinsel isteksizlik, kabızlık, tansiyon düşmesi, baş ağrıları.

Depresyonda Doğrularımız ve Yanlışlarımız

Depresyonda Doğrular ve Yanlışlar

Depresyonla ilgili yanlış bilgiler, hastaların günümüzde var olan tedavilerden yararlanmalarına engel oluyor. Dolayısıyla bu rahatsızlıkla ilgili mutlaka doğru bilgilenmek gerekiyor. Aşağıda, depresyonla ilgili doğru bilinen yanlışları ve gerçek açıklamaları bulabilirsiniz...

Yanlış: Gençler depresyona girmez.
Doğru: Her yaştan, her ırktan, her dinden ve ekonomik gruptan insan depresyona girebilir.

Yanlış: Depresyonda olduğunu düşünen gençlerin tek sorunu, zayıf olmak. Böyle bir durumda yapmaları gereken tek şey, kendilerine çeki düzen vermek. Başkaları onlar adına hiçbir şey yapamaz.
Doğru: Depresyon zayıflık değil, ciddi bir sağlık sorunu anlamına geliyor. İster genç, ister erişkin olsun, depresyonda olan insanların profesyonel tedaviye ihtiyaçları var. Bu konuda eğitim görmüş bir doktor, onlara gerekli ilaçlar vererek, hastalık belirtilerinin ortadan kalkmasını sağlar. Bu yolla, kendileri hakkında daha olumlu düşünmeyi, problemlerle başa çıkmayı ve ilişkilerini düzenlemeyi öğrenirler.

Yanlış: Depresyon hakkında konuşmak, problemin daha da artmasına yol açar.
Doğru: Duyguları hakkında konuşmak, arkadaşınızın profesyonel yardıma ihtiyacı olduğunu anlamasına yardımcı olabilir. Dostluğunuzu göstererek, eleştirmeden destek vererek, arkadaşınızı annesi, babası ya da bir öğretmeni gibi güvendiği bir erişkinle konuşmaya ikna edebilirsiniz. Eğer arkadaşınız yardım isteme konusunda çekingen kalıyorsa, ona deste olmak için bir uzmanla görüşebilirsiniz.

Yanlış: Arkadaşımın derdini büyüklere anlatmakla ona ihanet etmiş olurum. Eğer yardım istiyorsa, bunu kendisi söylemeli.
Doğru: Depresyonş, insanın enerjisini ve kendine güvenini aldığı için, insanın yardım istemesine de engel olabilir. Çoğu anne baba, ne depresyonun, ne de ölüm veya intihar duygularının ciddiyetini anlamayabilir. Bu anlamda yapılması gereken en önemli şey, bu konudaki endişelerinizi okuldaki rehber öğretmeniniz, sevdiğiniz bir başka öğretmen ya da kendi anne babanızla paylaşmaktır.

Bir Temel Yaşam Becerisi: Pozitif Düşünce Tutum

Bir Temel Yaşam Becerisi: Pozitif Düşünce

Tutum nedir? Tutum, davranışlarımıza yansıyan ve içten gelen bir duygudur. Tutumumuz, geleceğimizi belirleyen sihirli bir güçtür. Tutum, çoğunlukla vücut diliyle ve yüz ifadesiyle anlatıldığından bulaşıcı olabilir. Bazen gizlenebilir ve bizi görenler aldanabilir. Ama çoğunlukla üzerimizde uzun süre kalmaz. İçimizde olanlar çok geçmeden dışımızdakileri etkileyecektir. Tutum, olumlu ve gelişmeye açık olduğunda düşünce genişler ve gelişme başlar.

Tutumumuz pozitif ya da negatif olabilir. Pozitif düşünce zorluklara ve engellemelere rağmen genel olarak hayatta her şeyin iyi gideceğine dair güçlü bir beklentidir. Duygusal zeka açısından iyimser bir tutum, zorluklar karşısında kişileri kayıtsızlığa, umutsuzluğa ya da depresyona karşı koruyan bir tavırdır.


Baskın düşüncelerimize doğru çekiliriz.
Neyi düşünürsek, ona doğru hareket ederiz. İstemediğimiz bir şeyi bile düşünüyor olsak, o şeye doğru ilerleriz. Bunun nedeni, zihnimizin o düşüncelerden uzaklaşamaması, onlara doğru hareket etmesidir. Size “büyük kulaklı, mor benekli, pembe bir fil düşünmeyiniz” dersek, zihninizi ne doldurur? Bir fil.... Çünkü zihnimiz resimlerle çalışır. Kendimize ”kitabımı unutmak istemiyorum” dediğimiz zaman, zihnimizde bir unutma resmi belirir. “bunu istemiyorum”dememize karşın, zihnimiz yine de o resim üzerinde çalışır ve sonunda kitabımızı unuturuz. Kendimize “kitabımı almayı hatırlamak istiyorum”dediğimizde, zihnimizde kendimizi hatırlarken resmederiz ve kitabımızı daha kolay hatırlarız.
Zihnimiz bir mıknatıstır. Her zaman istediğiniz şeyleri düşünün. İstediğimiz şeyleri düşünmeye devam edersek ona doğru hareket ederiz.

Düşüncelerimiz yaşama nasıl yaklaştığımızı belirler.
Bir büyükanne ve büyükbaba torunlarını ziyarete giderler. Büyükbaba her öğleden sonra uyur. Bir gün çocuklar şaka yapmak için onun bıyıklarına yumuşak ve ağır kokulu bir peynir olan Limburger peyniri sürerler. Büyükbaba kısa sürede bir koku alarak uyanır. “Bu oda niye kokuyor?” diye hiddetle söylenir. Kalkar kalkmaz mutfağa gider. Çok geçmeden mutfağın da koktuğuna karar verir ve böylece temiz hava almak için dışarıya yönelir. Dışarı çıktığında da onu bir süpriz bekler. Açık hava da onu ferahlatmaz ve büyükbaba herkese ilan eder: “Tüm dünya kokuyor!”
Bu durum yaşam için de ne kadar doğrudur? Tutumlarımızda “Limburger peyniri” taşıdığımızda tüm dünya kötü kokar.


Ne göreceğimizi biz seçeriz.
Mutlu olmak için iyi şeyler görmek gerekir. Camdan dışarıyı seyreden iki insandan biri güzel manzarayı görürken diğeri kirli pencereyi görür.
Ne kadar mutlu olduğumuzu belirleyen hayatta başımıza gelenlerden çok , başımıza gelenlere nasıl tepki verdiğimizdir.

Tutumumuz insanlarla ilişkilerimizi belirler.
Hepimizin hayatında çok neşeli, keyifli, hoş sohbet diye nitelendirdiğimiz insanlar vardır. Bu insanlarla beraber olduğumuzda neler hissederiz? Bir de çok karamsar, eleştiren, problem yaratan insanlarla beraber olduğumuzda neler hissettiğimizi bir düşünelim. Hayatımızda hangi tür insanlarla beraber olmak isteriz? Siz bunlardan hangisine benziyorsunuz? Pazartesi sabahı işinize gittiniz. Hangi tip insanla karşılaşmak size fayda sağlar.
Bir hafta boyunca karşılaştığınız herkese, istisnasız olarak, yeryüzündeki en başarılı kişiymiş gibi davranın. Onların da size aynı şekilde davranmaya başladıklarını göreceksiniz. İnsanlara olumlu mesajlar verdikçe karşılığında o insanda olumlu değişiklikler olacak ve bize karşı olumlu davranacaktır.


Çoğu kez başarı ve başarısızlık arasındaki tek fark tutumumuzdur.
Tarihte büyük başarılar, alanlarında diğerlerinden yalnızca biraz daha üstün olan insanlarca gerçekleştirilmiştir. Küçük farklılıklar bazen büyük farklar yaratır. Küçük farklılıklar tutumdur. Büyük fark ise onun olumlu ya da olumsuz olduğudur.
Modern eğitim, çocukların tutumlarından çok yeteneklerini ön plana almaktadır.IQ’ ları yüksek, ama performansları düşük çocuklar olduğu gibi , IQ’ları düşük olup da performansı yüksek olan çocuklar da vardır.Çocuklarımızın çok akıllı ve üstün tutumlara sahip olmasını isteriz. İkisinden birini seçmeniz gerekseydi hangisini seçerdiniz?
Çok arzuladığınız bir şeyi düşünün Bunu başarmak için hangi tutuma gereksiniminiz olacak?

Bir işin başlangıcındaki tutumumuz, işin sonucunu diğer her şeyden daha fazla etkileyecektir.
Antrenörler takımları zorlu bir rakiple karşılaşmadan önce doğru bir tutum oluşturmaya çalışırlar. O takımı yenebileceklerine inandırırlar. Çünkü başlangıçtaki olumlu tutum sonraki başarıyı getirir. Sizce Atatürk Kurtuluş Savaşı’nda pozitif düşünmese ve Türk halkının da olumlu tutum geliştirmesini sağlamasaydı böyle büyük bir mucizeyi gerçekleştirebilir miydi?
Çoğu kez geleceğin koşullarını yepyeni birer fırsat olarak değil de yaşamın günbatımı olarak görme hatasına düşeriz.

Bir adaya ayakkabı satmak için gönderilen iki satıcının öyküsünü çoğumuz biliriz. İlk satıcı adaya varıp da kimsenin ayakkabı giymediğini görünce donakalır. Hemen Chcago’ daki merkez büroya telgraf çeker: “Yarın eve dönüyorum. Burada kimse ayakkabı giymiyor.”
İkinci satıcı aynı gerçek karşısında heyecanlanır. Hemen Chcago’ daki merkez büroya telgraf çeker: “Lütfen bana 10.000 ayakkabı gönderin. Buradaki herkesin ayakkabıya ihtiyacı var.”
Unutmayın “İyi başlayan her şey iyidir.”


Tutumumuz sorunlarımızı nimetlere dönüştürebilir.
Bir engelle bir fırsat arasındaki fark nedir? Elbetteki takındığımız tutum ve bakış açımızdır. Olumlu düşünceye sahip bir kişi güç bir durumla karşılaştığında bu durumdan en iyi şekilde yararlanır. Yaşam bir bileği taşına benzer. Sizi ezecek mi, parlatacak mı, bu sizin yapınıza bağlıdır.

Napolyon’un okul arkadaşları onun alçakgönüllü doğası ve yoksulluğu yüzünden alay ettiklerinde o, kendini tümden kitaplarına adadı. Derslerde arkadaşlarını geçti ve onların saygısını kazandı. Çok geçmeden sınıfın en akıllısı kabul edildi.

Büyük liderler kriz zamanlarında doğarlar. Başarılı insanların hayat hikayelerinde onları zorlayan korkunç sorunları defalarca görürüz. Yanıtları bulurlar ve kendi içlerinde büyük bir gücün varlığını keşfederler.

Mükemmel bir tutum diye bir şey yoktur. Tutumlarımızın, yaşamımızdaki her değişiklikle birlikte sürekli düzenlenmesi gerekir. Missourili çiftçinin katırının tutumu buna iyi bir örnektir. Katır bir gün boş bir çukura düşer. Katırına düşkün olan çiftçi, onu kuyudan çıkartmak için aklına gelen her şeyi dener. Sonunda hayvanı kurtarmanın olanaksız olduğuna karar veren çiftçi, katırı çukura gömmeye başlar. Çiftçi kuyuyu bir kamyon dolusu toprakla doldurunca, her taraf toz içinde kalır ve katır bağırmaya başlar. Bu arada çukurun içine dolan toprağın üstüne basarak yükselir.Birkaç kamyon topraktan sonra, zafer kazanmış gibi en tepeye çıkar ve yürür gider.

Depresyon Nedenleri, Sonuçları

Depresyon

Depresyon, can sıkıntısı, huzursuzluk, hayatın günlük akışındaki iniş çıkışlardan farklı bir rahatsızlık. Bunalmışlık duygusu, diğer belirtilerle birlikte birkaç haftadan uzun sürüyorsa, depresyon sözkonusu olabiliyor. Depresyon kişiyi etkisi altına alan ciddi bir sağlık sorun sayılıyor. Bu rahatsızlık, duyguların yanısıra davranış biçimi, vücut sağlığını, dış görünüşü, okuldaki başarıyı, ve günlük hayatın gerektirdiği seçimler ve baskılarla başa çıkabilme yeteneğini etkiliyor.

Sebepleri neler?
Depresyona sebep olan faktörlerin tamamı henüz bilinmiyor. Ancak çeşitli biyolojik ve duygusal faktörlerin bir insanda depresif bir bozukluk gelişmesine neden olduğu biliniyor. Son on yılda yapılan araştırmalar, kalıtımın depresyonda rolü olduğunu gösteriyor. Kimi ailelerde depresyon daha yaygın olabiliyor. Yaşanan çeşitli kötü deneyimler ve hayat olaylarının yanı sıra, stresle başa çıkmadaki zorluk, kendine değer vermemek ve kötümserlik gibi bazı kişilik özelliklerinin de depresyona eğilimi arttırdığı biliniyor.

Ne kadar yaygın?
Depresyon, sanıldığından çok daha sık karşılaşılan bir hastalık. Her dört kadından biri ve her sekiz erkekten biri hayatında en az bir kez depresyon geçiriyor. Her yıl 13 –19 yaş arasındaki gençlerin ortalama yüzde 3 - 5'i depresyonla karşı karşıya kalıyor.

Nelere yol açıyor?
Depresyon son derece ciddi olabiliyor. Okulda başarısızlığa, okuldan kaçmaya, alkol ve uyuşturucu bağımlılığına, evden kaçmaya, çaresizlik ve ümitsizlik duygularına neden oluyor. Son 25 yıl içinde gençlerde ve genç yetişkinlerde intihar vakalarının ciddi oranda arttığı görülüyor. İntihar eğilimi çoğu zaman depresyona bağlı gelişiyor.

Her depresif bozukluk aynı mı yaşanıyor?
Depresyonun çeşitli tipleri var. Bazı insanlar hayatında sadece bir kez depresyonla boğuşuyor. Ancak birçok insanda depresyon birden fazla tekrarlayabiliyor. Bazı depresyon vakaları ortada görülür bir sebep olmadan başlıyor. Fakat bazıları hayatta karşılaşılan olaylarla ve stresle bağlantılı olarak gelişiyor. Depresyondaki kişiler bazen yataktan kalkmak ya da giyinmek gibi sıradan gündelik işlevleri bile yerine getiremez oluyor. Bazılarıysa, manik değresif denen ve ruh halinin karamsar derinlikleri ve coşkulu aktivite yoğunluğu arasında gidip gelebiliyor.

Tedavi edilebiliyor mu?
Depresyon tedavi edilebiliyor. En ağır şekilleri de dahil olmak üzere, depresyon vakalarının yüzde 80 - 90’ı yardım görerek iyileşebiliyor. Depresyon belirtileri psikoterapi ve ilaç tedavisi birlikte uygulanarak iyileştirilebiliyor. Depresyon tedavisindeki en önemli ve çoğu zaman da en zor adım yardım isteyebilmek.

Neden yardıma başvurulmuyor?
İnsanlar çoğu zaman depresyonda olduklarını bilmedikleri için yardım istemiyorlar. Bu da tedavilerini geciktiriyor. Gençlerin de erişkinlerin de bu konudaki sorunu aynı oluyor. Depresyon belirtilerini kendilerinde veya çevrelerinde görseler bile tanıyamıyorlar.